RÖPORTAJ: Çalışma Alanı ve Sağlık
OFİSTE SAĞLIK
Okuyacağınız röportaj, üniversite-sanayi iş birliği çerçevesinde birlikte çalıştığımız, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi Rehabilitasyon Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nevin Aysel Güzel ve Doç. Dr. Nihan Kafa ile ‘Çalışma Alanı ve Sağlık’ konu başlığı altında gerçekleştirilmiştir.
Teknolojinin aktif kullanımı iş hayatında çok şeyi değiştirdi. Bu durumun çalışanların sağlığı üzerinde bir etkisi oldu mu? Sağlık harcamalarında bir artış söz konusu mu?
NG: Teknolojik gelişmeler, hem ofis koşullarında hem de ev ve sosyal yaşamda, insanların statik pozisyonlarda uzun süreler kalmasına ve kötü duruş biçimleri, yani postürler geliştirmesine neden olmaktadır. Bu hareketten uzak yaşam biçimi sonucunda, terminolojide, hareketsizlik hastalıkları ya da diğer adıyla hipokinetik hastalıklar tanımlandı. Bunların içinde en fazla karşımıza çıkan, başta omurga olmak üzere tüm kas iskelet sistemini ilgilendiren bazı ağrılı problemler.
Ofis çalışanları özelinde baktığımız zaman, özellikle endüstrileşmiş ülkelerde, ofis çalışanlarında bel boyun ağrısı görülme oranının yüzde 62’lere kadar çıktığını biliyoruz. Bu çok ciddi bir oran, her 2 kişiden birinin hayatının bir döneminde ‘belim ağrıyor’, diye şikâyet ettiğini gösteriyor.
Amerika’da 1992-2010 yılları arasında yapılan bir çalışmada, kayıt altına alınan tüm yaralanmaların %29-35’nin iş kaynaklı kas iskelet sistemi yaralanmaları olduğu rapor edilmiş. 2007-2008 yılları arasında yapılan bir başka çalışmada ise, Kanada’da yaşayan her 5 çalışandan 1’inin son 1 yıl içinde, en az bir kez travmatik olmayan iş kaynaklı kas iskelet sistemi problemi yaşamış olduğu tespit edilmiş. Ek olarak, Fransa’da yapılan bir çalışmada, son 10 yılda iş kaynaklı kas iskelet sistemi problemlerinde %18 oranında artış olduğu saptanmış.
Türkiye’de doğrudan ofis çalışanlarına yönelik geniş çaplı bir çalışma olmasa da, bazı küçük katılımlı çalışmalar bulunmakta. O çalışma sonuçlarında da oranlar maalesef dramatik. Onun için bizler fizyoterapi ve rehabilitasyon konusunda uzmanlaşmış kişiler olarak; insanlara bilgisayar karşısında, sandalyede oturma pozisyonlarıyla ilgili bir takım önerilerde bulunuyoruz: Ergonomi ve biyomekanik prensiplere uygun olarak doğru duruş ve oturma nasıl olmalı, ofisteki masanın ve bilgisayarın konumu, çalışma koltuğunun ayarları gibi.
Hareketsizliğin zararları nelerdir?
NG: Hareketsiz kalmak aslında vücuttaki pek çok sistemi, dolaşım sisteminden tutun da kas iskelet sistemine ve endokrin sisteme kadar, olumsuz etkiliyor. Biz, bugün, biraz daha kas iskelet sistemi üzerinde duracağız ama; mesela uzun uçak, otobüs yolculuklarında bile bilinen bir gerçek vardır ki, ayakların sabit, hareketsiz ve sarkık vaziyette koltukta uzun süre kalması sonucunda kalbe kanın geri dönüşü yani venöz dönüş zorlaşır. Dolaşımla ilgili birtakım problemlere zemin hazırlar. Ofis koşulları da böyle.
Uzun süre, belki saatlerce yerinden kalkmadan yazılım yapan, çizim yapan mühendisler, tasarımcılar benzer risklerle karşı karşıyadırlar. Bu durumun sürekliliği dolaşım sisteminde damar yapısında bozulmalara neden olacak boyutlara varabilir. Ek olarak, kas iskelet sisteminin önemli yapıları olan eklemleri etkileyecek birtakım olumsuzluklarla karşı karşıya kalınmaktadır. Bir de üzerine ofis ve çalışma hayatının içerisindeki stresi ve merkezi sinir sisteminin etkilenmesini de eklersek depresyondan bel-boyun ağrılarına, kronik venöz yetmezlikten pek çok başka probleme kadar geniş yelpazede bir hastalık tablosuna neden olabilmektedir.
Çalışırken maksimum oturma süremiz ne olmalı? Belli aralıklarla ayağa kalkarak çalışmanın faydaları neler?
NK: Ortalama yarım saatte bir yerinden kalkmak, sabit oturmamak gerekiyor ama tabii yapılan işin doğası gereği yarım saatte bir mümkün olmayabilir. Fakat en azından saatte bir ayağa kalkmak biraz hareket etmek, dolaşımı bir miktar artırmak gerekir.
NG: Ayağa kalktığınızda şöyle bir lavaboya kadar ya da kendinize bir kahve alacak kadar yürüyüp gelmek bile bacaklardaki kasların adeta bir pompa gibi kasılıp gevşemesi anlamına geliyor, ki bu hakikaten dolaşımı artırıcı, venöz dönüşü kolaylaştırıcı bir etki oluşturuyor. Sırf bu nedenle bile yarım saatte bir kalkıp 5-10 metre dolaşıp gelmek bile doğru bir eylem olacaktır.
Ofis çalışanlarının, çalışma ortamı ve koşulları ile sürekli oturmaya ve hareketsizliğe bağlı sağlık sorunlarının görülme yaşı ve sıklığında geçmişe oranla bir değişim söz konusu mu?
NG: Bildiğim kadarıyla, elimizde öyle bir istatistik yok. Ülkemizde zaten bu doğrultuda yapılan geniş katılımlı çalışmalar çok sınırlı. 2287 kişinin katıldığı, kesitsel bir çalışmada, oturarak çalışanlarda ve bedenen çalışanlarda bel ağrısı riskinin yüzde 1 buçuk ila 3 kat daha fazla olduğu, sık eğilip kalkanlarda ise 2 kat daha fazla olduğu rapor edilmiş.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan’ın yürüttüğü bir çalışma sonucunda biz bu verilere ulaşabiliyoruz. Ama maalesef ülkemizde daha geniş kapsamlı büyük örneklem grubuyla yapılmış bir çalışma yok.
Şu anda Nurus ile Gazi Üniversitesi iş birliği içerisinde, ofis çalışanlarına yönelik böyle bir çalışma kurguladık. Veri toplama aşamasını da büyük oranda tamamladık. Bunun sonuçları dokümante edildiğinde daha net rakamlarla konuşma şansımız olabilecek.
O araştırmada ne aşamadayız?
NG: Araştırmada iki grup olacak. Birinci grup; çok daha iyi dizayn edilmiş, ergonomi prensiplerine göre ayarlanabilir özelliklere sahip ofis malzemeleri kullanarak uzun zamandır çalışan kişilerden oluşturulacak. İkinci grup ise, biraz daha ergonomi anlamında ideal şartlarda olmayan ofis çalışanlarından oluşturularak. Özellikle kas iskelet sistemi ve omurga sağlığı yönünden iki grubu karşılaştıracağımız bir kurguyla çalışmayı planladık. Daha iyi koşullar derken; daha ergonomik sandalyelerde, ayarlanabilir masalarda çalışan ve bilgisayar ve monitör yerleşimini doğru yapan ofis çalışanları ile olan değerlendirmelerimizi tamamladık. Şimdi araştırmayı kendi üniversitemizdeki, maalesef çalışma ve oturma koşulları iyi standartlarda olmayan idari personelimizi değerlendirerek sürdürüyoruz. Onlarla da aynı sorgulamaları ve değerlendirmeleri yapacağız ve yaklaşık 1500-2000 kişiye yakın bir gruba ulaşmış olacağız. Bunun sonuçları bize biraz daha net bilgiler verecek.
NK: Eskiyle kıyaslandığında, günümüzde ofis çalışanlarının oturma süreleri artmış durumda. Çünkü işler artık bilgisayar kullanımını gerektirmekte. İnternete bağlı olma gereklilikleri, yazılım, çizim, tasarım gibi statik pozisyonlarda kalmayı gerektiren işlerin artması, eskiye nazaran ofis çalışanlarında bel ve boyun problemlerinin daha sık görülmesine neden oluyor. Özellikle klavye ve fare (mouse) kullanımının doğru ve ergonomik şekilde olmaması nedeniyle, dirsek ve el bileği problemlerini de sıklıkla görüyoruz. Ofis çalışanlarındaki rahatsızlıklar sıklık olarak bel, boyun ve dirsek problemleri şeklinde sıralanmaktadır.
Baby Boomers, X, Y ve Z kuşaklarını değerlendirdiğimizde bilgisayar kullanımından kaynaklanan sağlık problemlerinin görülme oran ve yaş düzeyi nasıl farklılık gösteriyor?
NG: Ben 2 çocuk annesiyim, Nihan Hoca 1 çocuk annesi ve farklı yaş dağılımı olan çocuk anneleriyiz. Günümüzde gerçekten önemli toplumsal sorunlarından biri haline geldi bu durum. Bilgisayar ve benzeri teknolojik cihazlara bağımlılığın önemli bir çıktısı çocukluk çağı obezitesindeki dramatik artış.
Bizler çocukluğumuzda sokaklarda oyun oynayan, koşturan, terleyen ve mutlu büyüyen bir kuşaktık. Ama şimdiki çocuklar bizlerden çok farklı. Uzun saatler bilgisayar başında; ellerinden bilgisayarı, tableti alındığı anda ciddi stres bulguları gösteren bir çocuk grubuyla karşı karşıyayız.
Cep telefonu kullanımı sonucu özellikle boyun omurlarına binen yükün çok fazla arttığına ilişkin araştırmalar var. Akıllı telefon, tablet ya da bilgisayar kullanımında uzun süre başın öne doğru eğilmesiyle omurgaya binen yükün artarak boyun omurlarının, küçük eklemlerin ve çevre bağ yapılarını zorlandığı biliniyor. Ortalama 4 kg civarında olan kafa ağırlığının, cep telefonuna bakıldığı esnada, özellikle el biraz aşağıda durduğunda, başın açısına bağlı olarak boyun omurlarına binen yükün 25 kg’a kadar çıkabildiğini biliyoruz. Bu şu demek; bu şekilde yoğun cep telefonu kullanımının sürmesi halinde boyun omurlarında, bağlarda omurların arasındaki disklerde hasarlanmalar görülebilir.
Omurlar arasında içi jöle kıvamında sıvı dolu disklere binen yükün artması, simetrisinin bozulmasına ve kenarlarından çıkan spinal sinirlerin sıkışmasına ya da baskı altında kalmasına neden olacaktır. Sonuçta, çocuk hiç beklemediğimiz bir dönemde boyun ve sırt ağrı şikayetleri; hatta koluna, eline yayılan sinir basısı bulguları ile karşımıza gelebiliyor. Elbette ki bilim çağındayız, nanoteknoloji, yapay zekâ teknolojileri, vs. ile ilgili gelişmeler çok kıymetli.
Bu doğrultuda çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiğini biliyoruz ama bunu yaparken de vücudumuzu korumak gibi bir gereklilik var. Özellikle de gelişme çağındaki çocukların böyle kötü bir postür geliştirmesine engel olmak durumundayız.
Çocukların uzun sürelerle öne doğru eğilmesi ve kas kuvvet dengesizlikleri; kifoz, beldeki kavsin bozulması, vb. şekilde sonuçlanabildiği gibi omurganın yana doğru eğriliği şeklinde tanımladığımız skolyoz görülme oranlarını da artırmaktadır. Buna sürekli asimetrik pozisyonlarda kalma, yanlış çanta taşıma, yanlış pozisyonlarda oturma, zayıf olan kasların fazlalığı ve artan yağ dokusunu da eklediğimizde omurganın diziliminde önemli sorunlarla karşı karşıya kalınabiliyor. Biz fizyoterapi ve rehabilitasyon alanında çalışan tüm sağlık profesyonelleri, bu doğrultuda çok sayıda araştırma yapmakla beraber toplumun bilinçlenmesi yönünde de bir hayli çaba sarf ediyoruz.
İnsanlarda böyle bir bilinç artışı ya da farkındalıkta artış söz konusu mu?
NG: Var diye düşünüyorum. Çünkü yazılı basın, televizyon programları ve sosyal medya, bu doğrultuda yoğun bir bilgilendirme yapma gayreti içerisinde. Ama ironik olan, bizi hareketsizliğe doğru iten bir yaşam biçimine doğru hızla ilerliyoruz. Ancak bu farkındalıklar neticesinde insanlar ruh ve beden sağlıkları için yoga, pilates, yürüyüş programları, vs. hayatlarına dahil etmeye çalışıyorlar. Ancak, pek çok kişi de farkında olmasına rağmen çalışma temposu ve yaşam koşuları içerisinde bunu konumlandıramıyor. Eskiden durum biraz farklıydı. Bu kadar çok araba yoktu mesela, mesafeler daha yürünebilir ölçülerdeydi. Bu denli toplu taşıma seçenekleri de yoktu, dolayısıyla yürümek zorundaydık. Hayat bizi hareket etmek zorunda bırakıyordu.
NK: Hayatın içinde var olan hareket maalesef azalma eğiliminde. Ofis çalışanları açısında da baktığımız zaman hareket etme, spor yapma ihtiyacı hissediyorlar ancak buna işleri bittiği zaman belli bir vakit ayırmaları gerektiğini düşünüyorlar. Bu durumda ofis koşullarında da hareket etmelerine imkan verecek bir şeyler tasarlansa daha yapılabilir ve ulaşılabilir olacak. Bu bağlamda Nurus’un üretimi olan Take 5 projesi çok önemli bir rol üstleniyor. Ofis çalışanları, kendi iş ortamlarında, ortalama 5 dakika yapacakları egzersizlerle daha aktif hale gelebilecek ve uzun oturma sürelerinin neden olduğu pek çok problemle daha iyi baş edebileceklerdir. İnsanların egzersiz yapamama bahaneleri olan yorgun olmak, ekstra zaman ayıramamak, maliyet gibi nedenleri ortadan kaldıran bir proje. Bu bakış açısıyla Nurus’un yaptığı bu proje çok önemli ve anlamlı.
Dünyada sağlıklı çalışma konusunda yapılan örnek uygulamalar, çalışmalar var mı?
NG: Amerika’da 2011 yılında yapılan bir araştırmada, bir yılda meydana gelen tüm yaralanmalar içerisinde kas iskelet sistemi ile ilgili problemlerin %33 olduğunu görüyoruz ve bel ağrısı oranı ise %41’lere varıyor. Bu durum, her bir kişi için toplamda 11 iş günü kayba neden olacak bir sorun olarak tanımlanmış. Bunun toplamda ekonomiye yansımasına bakıldığında, hakikaten büyük meblağlara varabiliyor.
Hipokrat, ‘hastalığın en güzel ilacı, o hastalıktan korunmanın çarelerini öğrenmektir’, diyor. Koruyucu sağlık hizmetlerinin ne anlama geldiğini vurgulayan çok güzel bir ifade. Biz esasında, insanların beli, boynu ağrımasın ve bize gelmesinler istiyoruz. O nedenle tüm bu öneriler, çabalar. Çünkü, o aşamaya gelindikten sonra maddi ve manevi hem kişiye hem de ülke sağlık sistemine ve ekonomisine ciddi boyutta yansımaları olması kaçınılmaz.
Bizim bunu önlemek adına çaba sarf etmemiz gerekiyor. Ben yakın zamanda Almanya’da bir klinikte gözlemci olarak bir müddet kaldım. O kliniğin çalıştığı bası giysileri üreten bir fabrikayı bize gezdirdiler. Yaklaşık 2 bin 500 kişinin çalıştığı bir yer ve çok büyük bir alana yayılmış vaziyette. Fabrikanın belli bölümlerinde egzersiz alanları oluşturulmuş ve her yarım saatte bir farklı gruplar orada birinin gözetiminde egzersiz yapıyorlardı. Kendi sırası geldiğinde yarım saat kadar Thai Chi yani hareketli meditasyon, biraz yoga pilates karışımı hareketlerle bedeninin dengesini sağlıyor ve işine tekrar dönüyorlar. İş sağlığı ve güvenliğini önemseyen pek çok gelişmiş ülkenin fabrikalarında, iş yerlerinde bu yaklaşımlara çok önem veriliyor.
Sağlıklı çalışma kavramı ne yöne evriliyor? Eskiden ne anlaşılıyordu, şimdi bu kavramdan ne anlıyoruz?
NK: Hayatımıza yeni bir bilim alanı dahil oldu. Ergonomi. Ergonomi ne demek, insanın fiziksel ve psikolojik özelliklerini inceleyerek içinde bulunduğu makine ya da çevre koşullarına uyumunu sağlamak, doğal bir hale getirerek riskleri ortadan kaldırma bilimi aslında. Çok genel anlamda, fiziksel çevrenin insana uyumlandırılması. Ve bu oluşan bilim dalı bize bir takım yeni bilgiler aktarıyor. Önce şunu bilmek lazım, neden çalışma ortamında ergonomik düzenlemelere ihtiyaç var. Bu bilim alanının en önemli çalışma konularından biri bu. Uzun çalışma saatleri ya da sürekli aynı türde fiziksel güç kullanmayı gerektiren işler, ayrıca iş ortamının getirdiği stresler, kötü çalışma postürü, sandalye, koltuk, masa dizaynları ya da çevresel birtakım faktörler; gürültü, ışık miktarı çevre kirliliği ile ilgili sorunlar, bütün bunlar birleştiği anda kişide bir takım patolojilerin oluşmasına neden oluyor. Dolayısıyla son yıllarda bu kavramları daha iyi algılar hale geldik ancak çalışma koşullarımızla ilgili değişikliklerle hayatımızda da bu tarz riskler arttı. Bugün, boyun-bel problemleri, omuz-kol yorgunluğu sendromları, el bileği parmak problemleri ofislerde kas iskelet sistemi kaynaklı en sık gördüğümüz problemler olarak karşımıza çıkıyor. Eskiden bu yoğunlukta değildi bu sorunlar. Bu kadar sabit, uzun ve statik pozisyonlarda çalışma koşullarında değildik. İşe yürüyerek gidip gelebiliyorduk. Bireysel araç kullanımı bu kadar gelişmemişti. Tüm bunların sonucunda da gittikçe artan oranda problem serisiyle karşı karşıya kalmış durumdayız.
Nasıl doğru oturabiliriz? Sağlıklı bir çalışma koltuğu ve sağlıklı bir çalışma masası nasıl olmalı?
NK: Bu sadece koltuktan ibaret değil aslında. Tüm çalışma ortamını kapsayacak bir düzenlemeye ihtiyaç var. Monitörün yerleşiminden açısına, klavyenin ve farenin yerleşiminden koltuğun ayarlanabilir özelliklerine; mesela omurgayı tamamen desteklemesini bekliyoruz koltuktan.
Çalışma koltuğunun yüksekliğinin diz seviyesinde olması gerekiyor, yani çok yukarıda ve aşağıda olmaması gerekiyor. Kalçadan gelen uyluk kemiğinizle aşağıdaki bacak kemiğiniz arasındaki açının 90 derece olması gerekiyor. Oturduğunuz zaman koltuğun genişliğinin pelvis, yani leğen kemiği genişliğinde olması gerekiyor. Bel desteğinin yeterli düzeyde olması gerekiyor. Monitörün yaklaşık 30 derecelik açıyla yerleştirilmesi gerekiyor ve en üst kısmının yaklaşık göz seviyesinde olması gerekiyor. Ekranın çok parlak olmaması gerekiyor. Monitörün yaklaşık bir kol mesafesi kadar bir uzaklıkta olması gerekiyor. Tam ortada olması gerekiyor. Dizlerin kalçadan birazcık daha aşağıda olup omurgayı derinden destekleyen kaslarını biraz aktif kasarak oturması gerekiyor.
‘Ofiste sağlık’ kavramını hava, ses ve ışık kalitesi parametreleri doğrultusunda değerlendirebilir misiniz? Çalışma ortamındaki ses ve ışık düzeyi, hava kalitesi sağlığımızı nasıl etkiliyor? Sağlıklı ofisler nasıl olmalı?
NK: Hava kalitesi tabii ki çok önemli. Herkesin aldığı nefes birbirine karıştığı için çok ciddi sağlık problemlerine neden olabilme ihtimali var. Özellikle göz, burun, boğaz irritasyonlarına, baş ağrılarına, kuru cilde, zihinsel yorgunluğa, konsantrasyon problemlerine neden olabildiğini biliyoruz.
NG: Özellikle kapalı, düzenli bakımları yapılmayan klimalı ortamlarda çalışmak hava yolu ile bulaşan mikroorganizmaların da kaynağı olabilmekte ve sağlığımız açısından ciddi sorunlara neden olabilmektedir. Mesela lejyoner hastalığı, klima kaynaklı. Orada üreyen bir takım bakterilerin solunması sonucu gelişen bir zatürre tablosu. O yüzden temiz, kaliteli bir hava sağlamak adına, kullanılan klimaların kimi zaman çok ciddi hastalık etkeni olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.
NK: Ofisin farklı yerlerine hava temizleyiciler yerleştirilebilir ya da çok kapalı ortamdan ziyade dışarıyla temas edilebilir. Isıya gelecek olursak; kış mevsiminde 23-26 derece yüzde 30 nemli, yaz mevsiminde de 20-23 derece olması gerektiği söyleniyor. Soğuk ofis ortamı kişilerin hissettiği kas iskelet sistemi ağrılarını daha da tetikliyor. Bu da stresin artmasına ve çalışma postürünün bozulmasına neden oluyor. Elektromanyetik dalgalar yine son derece önemli, benzer şekilde maruz kalmanın en aza indirgenmesi gerekiyor. O nedenle, bilgisayar monitörüne en az 71 cm uzaklıkta oturulması, diğer çalışma arkadaşlarınızın monitörlerine de benzer uzaklıklarda olmanız gerektiği ifade ediliyor. Kişi, yazıcının tam yanına oturmamalı, en azından 50 cm uzaklıkta olmalı. Uzun süre bilgisayar kullanılacaksa ara verilmeli. Gürültü oranına geldiğimizde; telefonların, radyolarının seslerinin biraz daha kısılması gerekiyor. Bağırarak konuşma azaltılmalı ya da odalar sesi azaltan materyallerle çevrelenmeli. Son olarak, aydınlatma ile ilgili olarak; monitörün, pencere veya baş üstü aydınlatmalara göre daha dik pozisyonda olması gerektiği, doğal ışığın kontrolü için perde veya panjur kullanılması gerektiği, ışığın direkt göze yansımaması gerektiği ve ihtiyaç varsa, monitörlerin parlama önleyici filmlerle kaplanabileceği şeklindedir.
Sağlıklı ofisler çalışanların performansını ve verimliliği nasıl etkiliyor?
NG: Bunun cevabını psikologlar daha iyi verirler sanırım, ama çalışma koşulları ile ilgili kişinin keyif aldığı, ağrı hissetmediği ve dolayısıyla mutlu olduğu bir ortam yaratabilmişseniz zaten çok daha verimli bir çalışma temposu yakalayacaklardır. Çünkü, genellikle işi sonlandırma ya da daha fazla devam etmek istememe nedenlerimiz ya sırtımız ve belimizle ilgili sıkıntı hissetmemiz ya çok bunalmamızdır. Sıcak gelmiştir, gözlerimiz ışığın fazlalığından rahatsız olmuştur, vs. Bu nedenlerle tamam artık devam etmek istemiyorum, dediğimiz çok anlar olmuştur. Bizim az önce söylediğimiz iş ortamında, bütün bu koşulların ideal hale getirilmesinden sonra, illaki çalışma verimimiz ve potansiyelimiz olumlu yönde etkilenecektir.
Günde en az 8 saatini ofislerde geçiren çalışanlar nasıl sağlıklı kalabilir?
NG: Aslında bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın, bazı derneklerin ve fizyoterapistlerin gayretleriyle ciddi birtakım gelişmeler kaydedildi. Mesela, Sağlık Bakanlığı, ofis çalışanlarına yönelik, alanında uzman kişilerle egzersiz programları ve birtakım bilgilerden oluşan broşür ve CD’ler hazırladı. Yine Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğunda ulusal fiziksel aktivite rehberleri oluşturuldu. Bunlar yine kurumlara kitapçıklar halinde dağıtıldı. Dolayısıyla kişiler ofis ortamında sağlıklarını koruyabilmek için bu tarz uzmanlar tarafından oluşturulmuş bilgilere erişebilir ve o bilgiler doğrultusunda fiziksel aktivite düzeyini artırabilir ya da doğru ofis egzersizleri yapabilir.
Take 5 egzersiz ünitesini değerlendirebilir miyiz? Özellikleri neler, çalışanlara ne gibi faydaları var?
NK: Açıkçası, Nurus bize ofislerde kullanılmak üzere bir egzersiz istasyonu geliştirmek fikri ile geldiğinde biz çok heyecanlandık. O yüzden biz de buna ciddi anlamda nasıl katkı verebiliriz diye çalıştık. Take 5, tam da bu amaca yönelik, ofis çalışanları için ortaya çıkartılan bir ürün oldu. Çalışanların gün içinde verdikleri 5 dakikalık molalarda güvenle egzersiz yapabilecekleri bir platform. Bu yüzden çok kıymetli.
Take 5’la neler yapabilirler? Esasında tüm vücut kaslarının kuvvetlendirilmesi ve esnetilmesi amacıyla farklı egzersizlerin yapılabilmesi mümkün. Bunun için farklı renklerde elastik bantlar kullanılabiliyor ve tamamen kişiye özel ayarlanabilme şansı var. Tüm eklemlere ve kaslara yönelik, yani tüm vücuda yönelik 5 dakikada ya da istenirse daha uzun sürelerde egzersiz yapabilmesine olanak sağlayan egzersiz istasyonu olarak tanımlayabiliriz Take5’ı.
Şimdilik 60 farklı egzersiz tanımladık. Bizim burada çok önemsediğimiz bir nokta var, herkes her egzersizi yapamaz ya da yapmamalı. Daha doğrusu her egzersizin şiddeti, yüklenme miktarı kişiden kişiye farklı olmalıdır. Kas kuvveti iyi olan biri üst seviyeden bir dirençle bir egzersizi yapabilirken yeni başlayan biri çok daha düşük dirençle aynı egzersizi yapmalıdır.
Bazen televizyonlarda topluca herkesin ekran başında yapması yönünde çok ağır egzersiz programları uygulandığını görüyoruz. Bunların çok ciddi riskleri var, yani kişinin bedeniyle ilgili hiçbir değerlendirme yapılmadan pilates topu üzerinde ya da minderde oldukça riskli egzersizler yaptırılıyor. Sonrasında inanın bu nedenle yaralanmış pek çok kişi bize geliyor. Böyle bir egzersiz istasyonu oluşturmak çok kıymetli, ama o egzersiz istasyonunu kişilerin en doğru şekilde kullanmasını sağlamak çok daha önemli diye düşünüyoruz.
Biz bu projede, özellikle bu durumu önemseyerek ilerledik. Mesela, geliştirilen egzersiz istasyonunda birtakım dirençli bantlar kullanılabilme şansı var, ama ben mavi renkli kullanıyorken arkadaşımın sarı renkli bantla o egzersizleri yapması gerekiyor. Bunun nasıl belirleneceğini anlattık biz. Kişi için hangi renk bant daha uygun ya da o bantla egzersizlerini çok kolay yapıyor ise bir üst renge nasıl geçmesi gerektiğini anlattık.
Take 5 olarak tanımlanan egzersiz istasyonu ile belirlediğimiz 60 farklı egzersizi daha da zenginleştirmek mümkün. Kişi bu egzersizleri sarı renkli bantla yaptığında çok daha basitken mavi ya da siyah renge doğru ilerledikçe egzersiz zorlaşacaktır ve kas kuvvetlenme mekanizmasını da gerçekleştirecek bir etki oluşturacaktır. O nedenle, bu 60 egzersiz esasında oldukça yoğun bir program ve bu egzersizler içerisinde doğru ilerleme yapılıyorsa, kişi zaten doğru bir program uygulamış oluyor.
Yönergelere bakarak yaralanma olasılığı olmadan kişi kendi egzersiz ilerlemesini planlayabilir. Ayrıca istediği markanın elastik bandını kullanarak bunu yapması mümkündür.